Etiket arşivi: Duygu

Duygular

Duygular, bireyin psikolojik süreçlerinin önemli bir parçasıdır ve davranışlarımızı, düşüncelerimizi ve kararlarımızı büyük ölçüde etkiler. Duyguların psikolojik süreçlerle ilişkisi birkaç temel başlık altında incelenebilir. Öncelikle, duygularımız olaylara ve durumlara verdiğimiz bilişsel tepkilerle sıkı bir ilişki içindedir. Bir olayla karşılaştığımızda, beynimiz bunu hızlıca değerlendirir ve olumlu ya da olumsuz bir duygu üretir. Örneğin, tehlikeli bir durumla karşılaştığımızda beyin bu durumu hızlıca değerlendirip korku ya da kaygı gibi olumsuz duygular yaratır. Bu bilişsel değerlendirme süreci, geçmiş deneyimlerimiz, inançlarımız ve beklentilerimizle şekillenir.

Duyguların biyolojik temelleri, beyindeki nörotransmitterler ve hormonlar üzerinden şekillenir. Serotonin, dopamin, norepinefrin gibi nörotransmitterler; mutluluk, üzüntü, kaygı gibi duyguların ortaya çıkmasında kritik rol oynar. Örneğin, dopamin seviyesi yükseldiğinde bireyler daha mutlu ve motive hissederken, düşük serotonin seviyeleri depresyon ve kaygıya neden olabilir.

Psikolojik süreçlerimiz, duygularımızı nasıl düzenlediğimizle de yakından ilişkilidir. Duygusal düzenleme, bir duygunun yoğunluğunu azaltma veya artırma, hatta duyguyu değiştirme süreçlerini kapsar. Örneğin, zor bir durum karşısında kaygı hisseden bir birey, rahatlama teknikleriyle bu kaygıyı hafifletebilir. Duygu düzenleme becerileri, bireyin psikolojik sağlığı açısından büyük önem taşır ve zayıf duygusal düzenleme depresyon, kaygı bozuklukları gibi durumlara yol açabilir.

Bireyler olumsuz duygularla başa çıkarken, bilinçli ya da bilinçdışı olarak çeşitli savunma mekanizmaları geliştirir. Bastırma, inkar, yansıtma gibi savunma mekanizmaları, kişinin yoğun duygusal durumlarla başa çıkmasına yardımcı olabilir. Ancak, bu mekanizmaların aşırı ve sağlıksız kullanımı, uzun vadede psikolojik sorunlara yol açabilir.

Duygularımız, karar verme süreçlerimizi de derinden etkiler. Örneğin, korku hissi bizi riskli durumlardan kaçınmaya yönlendirebilirken, mutluluk duygusu daha açık ve cesur kararlar almamıza yol açabilir. Duygusal karar verme, özellikle stresli ya da belirsiz durumlarda daha belirgin hale gelir ve bireylerin rasyonel düşünme süreçlerini etkileyebilir.

Yaz Aylarında Uykusuzluk Psikolojik Etkiler Yaratabilir

Yaz Aylarında Uykusuzluğun Psikolojik Etkileri ve Çözüm Yolları

Yaz aylarının gelmesiyle birlikte hava sıcaklıkları artar, günler uzar ve birçok kişi tatil planları yapar. Ancak, bu mevsimsel değişiklikler, uyku düzeninde önemli bozulmalara yol açabilir. Sıcak havalar, nem oranının yükselmesi ve gün ışığının daha uzun süre devam etmesi, uyku kalitesini olumsuz etkileyebilir. Pek çok insan, yaz aylarında uykuya dalmakta veya uykusunu sürdürmekte zorluk çekebilir. Bu durum, sadece fiziksel yorgunlukla sonuçlanmaz, aynı zamanda psikolojik sağlığı da derinden etkileyebilir.

Uyku, genel sağlık ve iyilik hali için hayati öneme sahiptir. Yetersiz uyku, vücudun dinlenmesini ve kendini yenilemesini engeller, bu da hem fiziksel hem de zihinsel performansı düşürür. Yaz aylarında yaşanan uykusuzluk, günlük yaşamın stresini artırabilir ve duygusal dengenin bozulmasına yol açabilir. Özellikle sıcak havaların getirdiği rahatsızlık, gece boyunca sürekli uyanmalara ve huzursuz bir uykuya neden olabilir. Bunun sonucunda, birçok kişi yaz mevsiminde daha gergin, huzursuz ve duygusal olarak dengesiz hissedebilir.

Yaz aylarında uyku sorunları yaşayan bireyler, bu durumun psikolojik etkilerini daha yoğun hissedebilirler. Sinirlilik, konsantrasyon güçlüğü, anksiyete ve depresyon gibi sorunlar, uykusuzluğun yaygın sonuçları arasında yer alır. Bu makalede, yaz aylarında uykusuzluğun psikolojik etkilerini ve bu sorunla başa çıkmak için uygulanabilecek basit ve etkili yöntemleri ele alacağız.

Artan Stres ve Anksiyete

Sıcak havalar nedeniyle uyuyamamak, stres ve anksiyete seviyelerini artırabilir. Yeterince dinlenememek, gün içinde daha gergin ve endişeli hissetmeye neden olabilir. Uykusuzluk, kişinin günlük stresle başa çıkma yeteneğini zayıflatabilir ve bu da genel ruh hali üzerinde olumsuz etki yaratabilir.

Duygu Durumunda Dalgalanmalar

Uykusuzluk, duygu durumunda dalgalanmalara neden olabilir. Sinirlilik, huzursuzluk ve depresif hisler, yeterince uyuyamayan bireylerde daha yaygın görülür. Bu durum, kişisel ilişkiler ve iş performansı üzerinde de olumsuz etkiler yaratabilir.

Konsantrasyon ve Bellek Sorunları

Yetersiz uyku, bilişsel işlevleri olumsuz etkiler. Konsantrasyon güçlüğü, unutkanlık ve öğrenme zorlukları, uyku eksikliğinin yaygın belirtileridir. Yaz aylarında, özellikle iş ve okul performansında düşüş yaşanabilir.

Enerji Düşüklüğü ve Motivasyon Eksikliği

Yaz aylarında uykusuzluk, enerji seviyelerini düşürür ve günlük aktiviteler için motivasyonu azaltabilir. Bu durum, kişilerin sosyal hayatta ve iş hayatında performanslarını olumsuz etkileyebilir.

Artan Duyarlılık ve Sosyal Çekilme

Uykusuzluk, duygusal duyarlılığı artırabilir ve sosyal etkileşimlerde zorlanmaya neden olabilir. Bu durum, sosyal izolasyona ve yalnızlık hissine yol açabilir, bu da genel ruh hali üzerinde negatif bir etki yaratabilir.

Uykusuzlukla Baş Etmek İçin Öneriler

Yaz aylarında uykusuzlukla başa çıkmak için bazı basit ama etkili öneriler:

  1. Serin Bir Uyku Ortamı Yaratın: Uyku alanınızı serin tutmak için fan veya klima kullanabilirsiniz. Hafif ve nefes alabilen yatak takımları tercih edin.

  2. Düzenli Uyku Programı Oluşturun: Her gün aynı saatte yatıp kalkmaya özen gösterin. Bu, vücudunuzun biyolojik saatini düzenler ve daha kolay uykuya dalmanızı sağlar.

  3. Rahatlama Teknikleri Kullanın: Uykuya geçmeden önce meditasyon, derin nefes alma veya hafif yoga gibi rahatlama tekniklerini deneyin.

  4. Kafein ve Ağır Yemeklerden Kaçının: Yatmadan birkaç saat önce kafeinli içecekler ve ağır yemeklerden kaçının. Bunlar, uykuya dalmayı zorlaştırabilir.

  5. Gün Işığından Faydalanın: Gündüz saatlerinde yeterince gün ışığı almak, vücudunuzun doğal uyku-uyanıklık döngüsünü düzenlemeye yardımcı olur.

Yaz aylarında uykusuzluk sorunuyla karşılaşanlar için bu basit öneriler, uyku kalitesini artırabilir ve psikolojik sağlığı destekleyebilir. Unutmayın, kaliteli bir uyku, genel yaşam kalitenizi artırır ve yaz aylarının keyfini daha fazla çıkarmanıza yardımcı olur.

Yetersizlik Hissiyle Baş Edebilme

Yetersizlik hissi, birçok bireyin hayatında karşılaştığı yaygın bir duygudur. Bu his, kişinin öz saygısını ve genel yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir. Peki, yetersizlik hissinin kökleri nereden geliyor ve bu duyguyla başa çıkmak için neler yapılabilir?

Yetersizlik Hissinin Kökleri

Yetersizlik hissi, genellikle çocukluk dönemindeki deneyimlerden kaynaklanır. Bu dönemde yaşanan bazı faktörler şunlardır:

1. Aşırı Eleştiri ve Beklentiler: Aile içinde yüksek başarı beklentileri ve sürekli eleştiri, çocukta öz saygının zayıflamasına neden olabilir. Çocuk, yeterince iyi olmadığını düşünmeye başlayabilir.

2. Duygusal İhmal: Çocukların duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması, yetersizlik hissini pekiştirebilir. Sevgi, ilgi ve onay alamayan çocuklar, kendilerini yetersiz hissedebilirler.

3. Kıyaslama: Aile içinde veya sosyal çevrede başkalarıyla sürekli kıyaslanmak, çocuğun kendi yeteneklerini sorgulamasına yol açabilir. Özellikle kardeşler arası kıyaslamalar, yetersizlik hissini artırabilir.

4. Olumsuz Rol Modelleri: Ebeveynlerin veya diğer yetişkinlerin olumsuz tutumları, çocuğun benlik algısını olumsuz etkileyebilir. Bu durum, çocuğun kendisini yetersiz hissetmesine yol açar.

Yetersizlik Hissiyle Baş Etme Yolları

Yetersizlik hissiyle başa çıkmak, kişinin özsaygısını artırmasına ve daha sağlıklı bir yaşam sürmesine yardımcı olabilir. Kendi duygularınızı tanımak, yetersizlik hissini anlamanın ilk adımıdır. Duygularınızı kabul edin ve bunları yargılamadan gözlemleyin. Bu süreç, duygularınızın üzerindeki kontrolünüzü artırabilir.

Yetersizlik hissi, genellikle olumsuz düşüncelerle beslenir. “Yetersizim” gibi genelleyici düşünceleri sorgulayın. Bunların ne kadar gerçekçi olduğunu değerlendirin ve daha yapıcı bir bakış açısı geliştirin.

Gerçekçi ve ulaşılabilir hedefler koymak, yetersizlik hissini azaltabilir. Küçük başarılar, öz saygınızı artırmanıza yardımcı olur. Her gün bir hedef belirleyin ve bu hedefe odaklanın.

Kendinize karşı nazik ve şefkatli olmak, yetersizlik hissiyle başa çıkmanın önemli bir parçasıdır. Sizin kendinizi “yetersizim” diye kodlamanıza neden olan durumlar başkasının başına gelseydi, onlara nasıl davranırdınız bunu düşünün.

Zihinsel sağlık üzerinde olumlu etkileri kanıtlanmış olan meditasyon ve mindfulness uygulamaları, duygusal dengeyi sağlamada yardımcı olabilir. Bu tür uygulamalar, anda kalmayı ve duygusal tepkileri yönetmeyi öğretir.

Yetersizlik hissi, genellikle çocukluk döneminde şekillenen karmaşık bir duygu durumudur. Ancak, bu hisle başa çıkmak mümkündür. Kendinizi tanıyarak, olumsuz düşünceleri sorgulayarak ve destek arayarak, yetersizlik hissinin üstesinden gelebilirsiniz. Unutmayın ki bu bir süreçtir; sabırlı olun ve kendinize nazik davranın.

Bu yolculukta, geçmişinizi anlamak ve geleceğe daha umutla bakmak için atacağınız her adım, öz saygınızı artıracak ve sizi daha güçlü bir birey haline getirecektir.

Rana FIRAT

Öfkeyi Anlamak

Öfke, insan psikolojisinin önemli bir bileşeni olup, karmaşık bir duygu olarak hem bireysel hem de sosyal düzeyde derin etkilere sahiptir. Psikolojik açıdan, öfke genellikle diğer duyguların bir yansıması olarak ortaya çıkar. Örneğin, bireyler kaygı, hayal kırıklığı veya üzüntü gibi duygular hissettiklerinde, bu duyguların üstesinden gelme mekanizması olarak öfkeyi deneyimleyebilirler. Duygusal durumların birbirine bağlılığı, öfkenin nasıl ifade edileceğini ve hangi yoğunlukta hissedileceğini belirler. Bireyin kişilik özellikleri de öfke tepkilerini etkileyen önemli bir faktördür. Özgüven eksikliği olan kişiler, eleştirilere karşı daha hassas olabilir ve bu da öfkeyi artırabilir. Ayrıca, geçmişte yaşanan travmalar, bireylerin gelecekteki durumlara karşı daha duyarlı hale gelmesine neden olabilir; böylece, benzer durumlarda öfke tepkisi verme olasılığı artar.

Bilişsel çarpıtmalar, öfkenin yönetiminde belirleyici bir rol oynar. “Her şey ya da hiç” şeklindeki düşünce kalıpları veya “bunu asla affedemem” gibi katı inançlar, öfke duygusunun yoğunlaşmasına yol açabilir. Bu tür düşünceler, bireyin olayları nasıl algıladığını ve bunlara nasıl tepki verdiğini şekillendirir. Örneğin, bir kişi bir iş arkadaşından beklediği desteği alamadığında, bu durumu haksızlık olarak algılayarak yoğun bir öfke hissedebilir. Böylece, bireyin içsel çatışmaları ve öfke duygusu birbirine bağlanır.

Sosyal yönler ise öfkenin dışa vurumunu büyük ölçüde etkiler. Kültürel normlar, bireylerin öfkeyi nasıl ifade ettiklerini belirler. Bazı toplumlar, öfkenin açıkça ifade edilmesini teşvik ederken, diğerleri duyguların bastırılmasını savunur. Bu durum, bireylerin duygusal zeka ve başa çıkma becerileri üzerinde önemli bir etki yaratır. Örneğin, açık iletişim ortamlarının bulunduğu ailelerde yetişen bireyler, öfkeyi daha sağlıklı bir şekilde yönetme eğiliminde olabilirler. Aile dinamikleri de öfkenin gelişiminde kritik bir rol oynar; açık tartışma ve sağlıklı iletişim, bireylerin duygularını ifade etmesine ve başkalarıyla empati kurmasına olanak tanır.

Toplumsal baskılar, iş yerindeki haksızlıklar veya sosyal çevrelerden gelen olumsuz geri bildirimler, bireylerde öfke birikimine neden olabilir. Özellikle, ayrımcılık veya haksız muamele gibi durumlar, öfkenin artmasına yol açabilir. Modern sosyal medya platformları da bu durumu daha da karmaşık hale getirir; çevrimiçi etkileşimler, bireyler arasında ani ve yoğun duygusal tepkilere yol açabilir. Bu platformlarda yaşanan olumsuz deneyimler, bireylerin öfke seviyelerini artırabilir ve bu da toplumsal ilişkileri zedeleyebilir.

Öfkeyi yönetmek, sağlıklı bir yaşam sürmek için hayati öneme sahiptir. Duygusal farkındalık geliştirmek, bireylerin öfke duygularını tanımasına ve bu duygularla nasıl başa çıkabileceklerini anlamalarına yardımcı olur. Duygularınızı ifade etmenin yapıcı yollarını bulmak, öfkenizi kontrol altında tutmanın etkili bir yoludur. Yazılı iletişim, sanat veya müzik gibi yaratıcı yollar, duyguların dışa vurulmasına katkı sağlayabilir. Ayrıca, aktif dinleme ve empati geliştirmek, sağlıklı iletişimi teşvik eder ve çatışmaları çözme sürecinde olumlu bir etki yaratır.

Problem çözme becerileri de öfke yönetiminde önemli bir yere sahiptir. Sorunları çözmeye yönelik adımlar atmak, bireylerin öfke duygusunu azaltabilir ve stresle başa çıkmalarına yardımcı olabilir. Gerekli durumlarda profesyonel destek almak da öfkenin yönetiminde etkili bir strateji olabilir. Psikoterapi, bireylerin öfke kaynaklarını anlamalarına ve bu duyguları sağlıklı bir şekilde yönetmelerine yardımcı olabilir. Terapi sürecinde, bireyler duygusal zeka becerilerini geliştirebilir, olayları daha farklı bir perspektiften görebilir ve yapıcı iletişim yolları öğrenebilirler.

Sonuç olarak, öfke karmaşık bir duygudur ve bu duygunun yönetimi hem bireysel hem de sosyal düzeyde önemli sonuçlar doğurur. Duygularımızı anlamak, sağlıklı bir şekilde başa çıkmak ve gerektiğinde profesyonel yardım almak, ruhsal sağlığımızı geliştirmek için kritik öneme sahiptir. Öfkeyi tanımak ve yapıcı bir şekilde ifade etmek, daha tatmin edici ve sağlıklı bir yaşam sürmenin anahtarıdır. Bu bağlamda, öfkenin altında yatan nedenleri anlamak ve etkili başa çıkma stratejileri geliştirmek, hem kişisel gelişim hem de sosyal ilişkiler açısından büyük önem taşır.

Rana FIRAT

Kaygıyla Başa Çıkmanın Yolları

Kaygı, çoğumuzun hayatında önemli bir yer tutuyor. Hayatın belirsizlikleri, sorumluluklar ve zaman zaman karşılaştığımız zorluklar kaygıyı tetikleyebilir. Bu yazıda, kaygı duyan birini derinlemesine anlamaya ve başa çıkma yollarını anlamaya odaklanalım.

Kaygı, genellikle belirsizlikten doğar. Ne olacağını bilememek, geleceğe dair endişelerimizi artırır. Kendinize şu soruları sorarak başlayabilirsiniz: “Bu kaygı neden ortaya çıkıyor? Hangi durumlarda daha yoğun hissediyorum?” Bu sorular, kaygınızın kökenine inmenize yardımcı olabilir.

Kaygıyı hissettiğinizde, o duyguyu bastırmak yerine kabul etmek önemlidir. “Kaygılı hissetmekte bir sakınca yok” demek, o anki duygularınıza saygı göstermek anlamına gelir. Kendinize, “Bu duygu geçici ve benimle birlikte olacak” diyerek, kaygıyla barışık olmayı deneyebilirsiniz.

Kaygı anlarında genellikle olumsuz düşünceler devreye girer. Bu düşünceleri sorgulamak, kaygıyı hafifletmenin etkili bir yoludur. “Bu düşünce ne kadar gerçek?” ya da “Bununla ilgili başka bir bakış açısı var mı?” gibi sorular sorarak düşüncelerinizi yeniden çerçeveleyebilirsiniz.

Kaygının fiziksel belirtilerini hissettiğinizde, vücudunuzu dinlemek önemlidir. Bu, baş ağrısı, mide bulantısı veya gerginlik şeklinde olabilir. Bu tür belirtiler, zihninizin ne kadar yoğun çalıştığını gösterir. Düzenli fiziksel aktivite, bu bağlantıyı güçlendirir ve kaygıyı azaltabilir.

Kendinize güvenli bir alan oluşturmak, kaygıyı yönetmenin bir başka yoludur. Bu alan, evinizdeki bir köşe, sevdiğiniz bir yer ya da huzur bulduğunuz bir aktivite olabilir. Bu alanı kullanarak kaygıdan uzaklaşmayı deneyin; burası, sizi rahatlatacak bir sığınak olmalıdır.

Sosyal hayata karışmak, diğerleriyle bağlantı kurmak ve duygularınızı paylaşmak, kaygıyı azaltabilir. Güvendiğiniz bir arkadaşla ya da aile üyesiyle konuşmak, kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlar. Duygularınızı ifade etmek, yalnız olmadığınızı hissettirir ve başkalarının bakış açılarını duymak, kaygınızla ilgili yeni anlayışlar kazandırabilir.

Kaygının sıkça geldiği durumlarda, küçük hedefler belirlemek faydalı olabilir. Günlük yaşamınızda atabileceğiniz küçük adımlar, kaygınızı yönetmenize yardımcı olur. Örneğin, bir gün içinde üç küçük görev belirleyin ve bunları tamamladığınızda kendinizi ödüllendirin. Bu, hem başarı hissi verir hem de kaygıyı azaltır.

Sonuç olarak, kaygıyla başa çıkmak, kişisel bir yolculuktur. Kendinizi dinleyerek, duygularınıza saygı göstererek ve destek arayarak bu süreçte daha güçlü hale gelebilirsiniz. Kaygı duymak insani bir durumdur ve bu duyguyla başa çıkmanın yolları vardır.

Rana FIRAT

Ergenlik Dönemindeki Gençlerin Psikolojik İhtiyaçları: Ebeveynlere Rehber

Ergenlik dönemi, gençlerin kimlik arayışında, bağımsızlık kazanma çabasında olduğu ve sosyal ilişkilerinde önemli değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu süreçte, gençlerin öncelikli psikolojik ihtiyacı kendilerini kabul edilmiş ve anlaşılmış hissetmektir. Ebeveynler olarak, bu dönemde gençlerinizin ihtiyaçlarını anlamak ve onlara destek olmak, sağlıklı gelişimleri için kritik öneme sahiptir. İşte bu süreçte dikkate almanız gereken bazı noktalar.

1. Kendini Değerli Hissetme İhtiyacı

Ergenlik dönemindeki gençler, kendilerini değerli hissetmeye ve kimliklerini bulmaya çalışırlar. Ebeveynler olarak, onları sık sık takdir edin ve olumlu yönlerini vurgulayın. Bu, özsaygılarını artırır ve kendilerini güvende hissetmelerini sağlar.

2. Bağımsızlık ve Özgürlük İhtiyacı

Gençler, bağımsızlık arayışındadırlar. Kendi kararlarını verme isteği, bu dönemde belirginleşir. Ebeveynler, gençlerin bağımsızlıklarını desteklerken sınırlar koymayı da ihmal etmemelidir. Açık iletişim kurarak, karar verme süreçlerine katılmalarına izin verin. Bu, hem özgüvenlerini artırır hem de sorumluluk duygusu geliştirir.

3. Ait Olma ve Sosyal İlişkilere İhtiyaç

Ergenler, arkadaşlık ilişkilerine daha fazla önem verir. Bu dönemde, sosyal çevrelerini oluşturma çabaları artar. Ebeveynler, gençlerin sosyal hayatlarını desteklemeli ve bu süreçte güvenli bir alan sağlamalıdır. Arkadaşlarıyla zaman geçirmeleri için fırsatlar yaratın ve sosyal etkinliklere katılımlarını teşvik edin.

4. Duygusal Destek İhtiyacı

Ergenlik dönemi, duygusal dalgalanmaların yoğun olduğu bir süreçtir. Ebeveynler, gençlerin hissettikleri duyguları anlamaya çalışmalı ve onlarla empati kurmalıdır. Duygularını ifade etmeleri için bir ortam sağlayın. Onlara duygu ve düşüncelerini rahatça paylaşabilecekleri bir alan sunmak önemlidir.

5. Kimlik Arayışı ve Kendini Keşfetme İhtiyacı

Bu dönemde gençler, kimliklerini keşfetme ve toplumsal rollerini belirleme çabasındadır. Ebeveynler, bu süreci desteklemek için gençlerin ilgi alanlarını keşfetmelerine yardımcı olmalıdır. Farklı aktiviteler, hobiler veya kurslar deneyerek kendilerini ifade etmelerine olanak tanıyın.

6. İletişim ve Açıklık İhtiyacı

Sağlıklı bir iletişim kurmak, ergenlerin kendilerini güvende hissetmelerini sağlar. Ebeveynler, gençlere açık bir iletişim ortamı sunmalı ve onlara dinleme konusunda istekli olmalıdır. Eleştiri yerine destekleyici bir yaklaşım sergileyerek, gençlerin konuşma isteğini artırabilirsiniz.

Son olarak, ergenlik dönemi, gençlerin psikolojik ihtiyaçlarının yoğunlaştığı bir dönemdir. Kendini değerli hissetme, bağımsızlık, sosyal ilişkiler, duygusal destek, kimlik arayışı ve sağlıklı iletişim gibi ihtiyaçların karşılanması, gençlerin sağlıklı gelişimi için hayati öneme sahiptir. Ebeveynler olarak, bu süreçte anlayışlı ve destekleyici bir tutum sergileyerek, gençlerin kendilerini keşfetmelerine ve sağlıklı bireyler olarak gelişmelerine katkıda bulunabilirsiniz.

Ergenlik dönemi zorlu olsa da, aynı zamanda gençlerin hayatında büyüme ve öğrenme fırsatıdır. Onlara güvenin ve bu yolculukta yanlarında olun.

Rana FIRAT